ÖĞÜTLER

İnsan, doğru mayada mayalandıkça yücelir,

Mayası bozuk olandan, ne mal ne mülk istenir.

Bu yüzden önemli telakki ve tefekkür,

İnsan, bildiği kadar insan; düşündüğü kadar hür.

Hür olmadan yaşasam şu cihanda,

Ne altın semer ne de altın kafes eder fayda.

Duyduğun bir kelimeyi bile bin kez tefekkür eyle,

Eyle ki bir sükutun bin altın etsin, eyle.

Fuzuli insanın hali feryad eden bir eşeğe benzer,

Feryadı ne kendisine ne çevresine fayda eder.

İyi insan buldun mu, esirgeme şefkat ve merhamet,

Dünya tarlasında bir başak olarak döner sana elbet.

Şu alemde bir nefes -ki Beşerî-bir nokta kadarcık şu dünyada,

Allah hariç kimseye etme nida, yalvarıp yakarma.

ZEKA VE ZEKİ İNSANLAR HAKKINDA

26.12.2022 SAAT: 19:35 (İNSAN KATILIMLI BİR KONUŞMA, YAZIYA DÖKÜLDÜ)

Merhaba millet, merhaba dostlar! Bugün sizlerle konuşmak istediğim konu, zeka. Daha doğrusu zeki adam nereden belli olur, onu konuşacağız. Boşuna dememişler aslan yattığı yerden belli olur diye. Bu uzun girizgahtan sonra buyurun, okumaya başlayın:

Toplumda çeşit çeşit insanlar vardır; beyaz tenliler, siyah tenliler, Müslümanlar, Hristiyanlar, aptallar, ortalamalar, zekiler gibi..

Öncelikle bu konu son yüzyılın konusu değil, bunu söyleyerek başlayalım. Çoğu insan bu meselenin bilimsel gelişmelerle meydana geldiğini düşünür ancak durum böyle değil. Tarihteki ilk Üstün Zekalılar Okulu Osmanlı İmparatorluğu’nda kurulmuş olan Enderun Mektebidir. Enderun Mektebinden sonra uzunca bir süre zeka dediğimiz kavram hakkında pek bir araştırma olmamıştır. Bundan sonra Batı’da IQ testleri çıkmış ve bunlar hakkında araştırmalar başlamıştır. (IQ testlerinin etik olup olmadığıyla alakalı bazı tartışmalar vardır, kimi görüşler bu testlerin doğrudan insan ayrıştırıcılığını körüklediğini savunur.)

Konuşmamıza bir metaforik örnek vererek başlamak istiyorum. Aklınızda bir çark canlandırın, büyükçe bir çark olsun bu. Şimdi bu kocaman, metalden çarkın arasına bir cıvata girsin. Bu çark ne olur? Bir çoğunuzun da tahmin ettiği üzere, bütün sistem elbette alt üst olur. Eğer yüksek seviyedeki insanların bulunduğu bir ortama bir düşük seviyeli sokarsanız, tüm sistem bu çark gibi çökecektir. Bu durum tam tersi için de geçerli. Buradan bağlamak istediğim konuysa şu;
Şimdi, bizim insanımızda şöyle bir algı var:

-Batı çok kötü, Batı ahlaksız! Onlardan adam olmaz!

(Batıya ahlaksız, edepsiz diyen insan kendi ahlakının farkında mı acaba? Daha da önemlisi…) Edepsiz ve ahlaksız oluşu, onun gelişmesine bir engel teşkil ediyor mu? Hayır. Çünkü gelişme, ahlakla gelen bir kavram değildir. Gelişme, eğitimle gelişen bir kavramdır. Bugünkü Batıda pek çok buluş patent alıyorsa, bu kadar zeki insan çıkıyorsa bunun yegane gerekçesi iyi bir eğitim almış olmalarıdır. Peki, eğitim nasıl ve nereden başlar?

Burada bir paradoks oluşuyor: İyi bir eğitim sistemi oluşması için iyi eğitilmiş insanlar gerekli, ülkede de iyi yetişmiş insan sayısı az olduğu için bu durum birbirini tamamlayan bir döngü oluşturmuş oluyor.

Konumuza dönecek olursak, zeki insanı ayırt etmekte kullanabileceğimiz -bence- 4 tane yöntem var:
1-Geniş bir muhayyile gücü,

2-Nerede ve nasıl konuşacağını bilmek,

3-Verilen komutları iyi algılama,

4- Analiz.

-İyi de herhangi bir insan fantezi dünyasında her şeyi iyi tahayyül edebilir?

Evet, her insan bazı şeyleri güzel tahayyül edebilir mesela ileride evlenmek istediği kadın gibi. Ama bu, sadece insanın fantezi dünyasıdır. (Ekleme: Bu insanın ID, Ego ve Süper Ego arasında sadece ID sine yönelik, duygusal hezeyanlardan oluşan bir iyi niyetli nöbet geçirme halidir aslında fantezi kurmak. Bazı ruh hastalıklarının da bu fantezi halinin 24 saate yayılması ve gerçeklikten kopuşla beraber oluştuğu kanaatindeyim. Gerçeklikten kopuş psikoloji literatüründe “derealizasyon” diye adlandırılıyor.) Fakat zeki insanın farkı şudur ki sadece fantezi dünyasını değil, en basit bir konuyu bile, örneğin bir adamın ekmek alıp eve dönmesini bile o kadar detaylı ve içten bir şekilde sana aktarır ki, bu adamın önceden bu iş için hazırlandığını zannedersin.

İkincisine geçelim, zeki insanlar öyle bir yorum yaparlar ki, konuştukları şey kısacık olmasına rağmen, insanın aklında çok yer edinir ve ziyadesiyle düşündürür. Milletin konuştuğu yerde susar, sustuğu yerde konuşur. İyi düşünebiliyor olması konuşmasına da sirayet eder.

(Genellikle zeki insanlar topluma düşman olurlar. Bununla alakalı filmler ve kitaplar da var. Bunun sebebi bana kalırsa üstünlük kompleksidir. Bu durumun farkında olan zeki bireyler, toplumdaki diğer bireylerle aynı şekilde kategorize edilmek istemediği için toplumla aralarını bilerek bozuyorlar. Bazıları bunun “edebiyatını yaparak”, “Zeki insanlar böyledir ki bu insanlar hiçbir zaman anlaşılamamıştır, öyledirler ki hiçbir zaman hakettikleri değerleri görmemişlerdir…” gibi duygusal havaya giriyorlar. Buna mahal olduğunu düşünmüyorum, Allah sana nasıl dayanma gücü verdiyse aynısını zeki adama da vermiş. Aynı şekilde aptal da dayanır. Çünkü hepimiz insanız, hepimizin bir miktar dayanma gücü mevcut.)

Bir insanın zekası hakkında bilgi sahibi olmak istiyorsanız başvurmanız gereken sorulardan birisi de şudur: Konuyu temellendirmeye nereden başlıyor? Öznel açıdan mı başlıyor, nesnel açıdan mı? Ve diğer bir önemli soru: Bilmeyeceğini kabul ediyor mu? Bu bana kalırsa önemli bir nokta. Hiçbir zeki adam cehaletiyle övünmez. (Bizim halkımızda her ne kadar bilmediğini söylemek ayıp karşılansa da..) Bir başka durumsa bireyi temellendirmesidir. Bir insana insan gözüyle bakar ve o insanı bitmek tükenmek bilmez bir bilgi ve duygu deryası gibi analiz ederse, bu, adamın zekasına bir dalalet olabilir. Fakat eğer bir insanı İYİ VE KÖTÜ olarak iki basit kategoriye ayırır ve bunları da daha da bölmezse, (Evrimsel açıdan insan kategorizasyonundan bahsetmiyorum, o başka bir konu) yani tabiri caizse at gözlüğüyle bakıyorsa bu adam zeki birisi olmayabilir. Bir insanı size tarif ederken bir masal, bir roman anlatıyormuş gibi anlatır. Bu da iyi gözlemine dayanır. Burası da bahsettiğim 4. Maddeye çıkıyor, yani Analiz. Analiz de gözleme dayalıdır. Ayriyeten zeki insanlar bir konuda kanaat sahibi olacaksa kategorilere, başlıklara pek fazla takılmazlar. Eğer ben bir insana bakarken “Bu adam neci, necisi? Hangi görüşten?” gibi şeylere bakıyorsam, bu durum zekice olmaz fakat “Bu adam nasıl birisi, nasıl bir üslupla konuşuyor ve ne konuşuyor, nerede konuşuyor?” gibi şeylere bakarsam işte bu durum zekice olur.

(Ben çevremde edepsiz insan barındırmadığım için, çevremdeki zeki insanların hepsinin edepli olduğunu söyleyebilirim ancak bu genelleme pek doğru olmayacaktır. Yine de şunu söyleyebilirim ki toplumda edepli/edepsiz oranı yüzde kaçsa zeki insanların arasında da durum aynıdır.)

Bu insanlarda görülen bir başka durumsa, meseleye insan odaklı değil gözlem odaklı bakarlar. Dolayısıyla sürekli bir şeyleri gözlemler ve analiz ederler. Bu durum sadece insan için değil, her şey için geçerlidir. Mesela bir meyveye bakarken beyniniz saniyede 5 uyaran alıyorsa zeki bir insanın beyni 8-9 uyaran alabilir. Veya bir insana baktığınızda beyniniz 5 uyaran alıyorsa zeki bir insan 25-30 uyaran alabilir. Bu yüzden bir çoğunda fazla uyarılmaktan kaynaklı olduğunu düşündüğüm, Hiperaktivite Bozukluğu, veya daha resmi tabiriyle, Dikkat Eksikliği Hiperaktivite Bozukluğu (DEHB) vardır. Bu uyarılma hali de bu insanları hassas ve aşırı düşünen hale getirir. Bu da psikolojide “Overthinking” diye bahsedilen durumu oluşturur. Overthinking (yani aşırı düşünme durumu) yüzünden toplumda çeşitli sorunlar yaşayabilirler. İletişimsizlik, dışlanma vs… Hassas oldukları için de bir çoğunun zannedilenin aksine duygusal yönü oldukça güçlüdür. Yani EQ (Duygusal Zeka) larının da yüksek olduğu kanaatindeyim.

Şu ana kadar bahsettiğim konuyu genel manasıyla toparlayacak olursak, bir insana herhangi bir niteleme sıfatıyla seslendiğinizde karşı tarafın bunu nasıl algılayacağını hiçbir zaman bilemezsiniz. Dolayısıyla burada yapmamız gereken hamle şu: İyi lafları çok az eleyerek söylemek, kötü laflarıysa ciddi bir süzgeçten geçirip sonra iletmek. Mesela ben bir adama “Sen çok kötü birisisin” dedim, belki bu lafı söylerken 5 saniye düşündüm. O lafın o adamın hayatına ne kadar sirayet edeceğini bilemeyebiliriz. Belki 5 saniye, belki 5 dakika, belki 5 saat, belki 5 gün… Tabii bu noktada adamına göre muamele etmemiz gerektiğini düşünüyorum aynı zamanda. Yani, birisi şu veya bu espriyi bir nedenden dolayı yapmamızı istemiyorsa yapmamalıyız. Fakat birisi de şu veya bu sebepten çok alınmayacağını söylüyorsa bunu söyleyebiliriz. Aynı şeyler espriler için geçerli olduğu gibi muhtelif iltifatlar veya kötü laflar için de geçerli. Bazı insanlar fevri espriler yapabileceklerini düşünürler ancak bence durum böyle değil. Espri yaparken bile belli bir edebi takınıp ona göre espri yapmalıyız.

Ayrıca literatürdeki kavrama da uygun konuşmak. Mesela birisine sırf çok hareketli birisi diye “şımarık” demek bence saçmadır. Bunun yerine şımarık kelimesinin lugattaki anlamına ve toplumda karşıladığı gerçek yere uygun konuşmalıyız, işte bunun için -tekrar diyorum- fevri konuşmamalıyız, benim kanaatlerim bu şekilde. Tabii ilk başta dikkat etmemiz gereken en önemli husus, kötü bir laf mı ediyoruz iyi bir laf mı. Kötü bir laf ediyorsak elekten geçirirken çok dikkatli davranmamız gerekebilir, iyi bir laf ediyorsak pek elemeden de söyleyebiliriz. Bunları söylüyorum, çünkü bu bahsettiğim davranışları belli bir ölçüde kendimin de hayatta uyguladığımı düşünüyorum. Dolayısıyla bugün de sizlere son olarak bu birkaç önemli noktayı aktarmak istedim.

Düşünülmedik söz, sorgulanmadık davranış gereksizdir. Bir bakıma sözlerimiz ve davranışlarımız hayatımızı belirler. Ve Sokrates’in de dediği gibi; “Sorgulanmamış bir hayat, yaşamaya değmez.”

Şimdi de senin düşüncelerini alalım.

-Dediğiniz çoğu şeye katılmakla birlikte fevriliğin kontrol etmesi zor bir durum olduğunu düşünüyorum.

Evet, bu durum zor olabilir ancak bir noktaya kadar kontrolü sağlamak mümkün. Zaten en azından bir kısmımız bunu kontrol ederiz, birisine hakaret edeceğimiz zaman içimizde tutmak gibi basit bir şey bile kontroldür aslında. Ancak kontrol etmeyenlerin sayısı da az değil.

-Fakat bir insan fazlasıyla fevri davranıyorsa katlanmak zorunda da değiliz neticede.

Evet, böyle bir durum da var. Ama mesela anlık bir sinirle de fevri davranmış olabilir. Farkı dikkatli sezmek lazım.

Son olarak demek isterim ki: Adamına göre muamele etmezsen (genellikle kötü anlamda), insanlar da sana “adam gibi” muamele etmeyebilir. (Gerçi daha iyi davrananlar aşamasına gelemedik toplum olarak, ben neyi düşünüyorum ki..? :D)

Uçsuz bucaksız, sapsarı kumların arasında, azizliğiyle etrafı büyüleyen, büyümeye hevesli, varoluşu yüce güçlerden gelen geniş yapraklı, kahve odunlu kocaman bir ağaç vardı. Tanrı, bu ağacı koca çöllerin içinde bir yaşam, bir neşe oluşturmak için yaratmıştı. Çünkü doğanın yasası buydu. Yüce yaradan, evrenin tüm hüznünün üstüne bir neşe inşa etmişti. Bir zevk, bir umut; yaşamın ta kendisi. İnsanın yaradılışı, zevk ile oluşan bir hikayeydi: Eğer dünya ve hayat olmasaydı neler olurdu? Tüm anılar, tüm insanlar, tüm hüzünler, tüm nefretler, tüm acılar, tüm neşeler, tüm düşmanlıklar, tüm kavgalar, tüm dostluklar… Geride kalan bir anlamsızlık olurdu; koca bir anlamsızlık… Ey Yüce Yaradan, bize bağışladığın nimetler için sana şükürler olsun! Tüm anlamamız sendedir! Sen bizim hayatımızın yegane mutluluk kaynağısın, neşesisin! Her şeyi sana borçluyuz. Ey Yüce Yaradan, sen olmasan söyle, bu dünyaları kim yönetebilir? Kim bu düzeni sağlayabilir? Ey Yüce Yaradan, konuş bizle! Haykır bize, bizi aydınlat! Sana derin şükranlarımızı sunarız. ..

NİEZSTCHE AND NİHİLİSM

Nietzsche187a.jpg

Friedrich Wilhelm Nietzsche (/ˈniːtʃə, ˈniːtʃi/;[37] German: [ˈfʁiːdʁɪç ˈvɪlhɛlm ˈniːtʃə] (listenor [ˈniːtsʃə];[38][39] 15 October 1844 – 25 August 1900) was a German philosophercultural critic and philologist whose work has exerted a profound influence on modern intellectual history. He began his career as a classical philologist before turning to philosophy. He became the youngest person ever to hold the Chair of Classical Philology at the University of Basel in 1869 at the age of 24. Nietzsche resigned in 1879 due to health problems that plagued him most of his life; he completed much of his core writing in the following decade. In 1889, at age 45, he suffered a collapse and afterward a complete loss of his mental faculties. He lived his remaining years in the care of his mother until her death in 1897 and then with his sister Elisabeth Förster-Nietzsche. Nietzsche died in 1900.

Nietzsche’s writing spans philosophical polemicspoetrycultural criticism, and fiction while displaying a fondness for aphorism and irony. Prominent elements of his philosophy include his radical critique of truth in favor of perspectivism; a genealogical critique of religion and Christian morality and related theory of master–slave morality; the aesthetic affirmation of life in response to both the “death of God” and the profound crisis of nihilism; the notion of Apollonian and Dionysian forces; and a characterization of the human subject as the expression of competing wills, collectively understood as the will to power. He also developed influential concepts such as the Übermensch and the doctrine of eternal return. In his later work, he became increasingly preoccupied with the creative powers of the individual to overcome cultural and moral mores in pursuit of new values and aesthetic health. His body of work touched a wide range of topics, including art, philology, historymusicreligiontragedyculture, and science, and drew inspiration from figures such as SocratesZoroasterArthur SchopenhauerRalph Waldo EmersonRichard Wagner and Johann Wolfgang von Goethe.

After his death, his sister Elisabeth became the curator and editor of Nietzsche’s manuscripts. She edited his unpublished writings to fit her German ultranationalist ideology while often contradicting or obfuscating Nietzsche’s stated opinions, which were explicitly opposed to antisemitism and nationalism. Through her published editions, Nietzsche’s work became associated with fascism and Nazism; most 20th-century scholars contested this interpretation, and corrected editions of his writings were soon made available. Nietzsche’s thought enjoyed renewed popularity in the 1960s and his ideas have since had a profound impact on 20th and early-21st century thinkers across philosophy—especially in schools of continental philosophy such as existentialismpostmodernism and post-structuralism—as well as art, literature, poetry, politics, and popular culture.

BİR TOPLUM NASIL GELİŞİR?

Bir toplum sizce nasıl gelişir, eğitim, kültür, sanat… Bunun pek çok cevabı olabilir elbette. Bana kalırsa bir toplumun gelişmesi, içindeki gelişme içgüdüsüne bağlıdır. Sözgelimi, bir toplumun içindeki her birey kendinin ve toplumunun gelişimine inanırsa toplum o zaman gelişmeye başlayabilir. Her şeyden önce inanç gereklidir, inanç…



Toplumun gelişmesi için gereken tüm bu ögeleri düşünmek yerine bir an önce toplumu geliştirmeye başlamalıyız tabii. Çünkü fazla hayal kurup az iş yapmanın bir getirisi olmaz. Planlamalarımızı yapmalıyız, ancak bir plan tasarlamak için elbette zemine ihtiyacımız var. Önce buradan başlayalım, biz kültür ve ilim zeminini nasıl oluşturacağız? Kitap okuyarak elbette! Tüm gençlere kitap okuması aşılanmalıdır. Tabii ki bunu , kitabı satın aldırarak değil (çoğu insan satın alsa da okumuyor çünkü) okutarak yapmamız gerekir. Mesela bir kitabın özetini getirene 4 GB internet! Küçük, 50 sayfalık bir kitap bile olsa, hatta 20 sayfalık bir masal bile olsa topluma getirisi büyük. Elbette insanlara 20 sayfalık kitap okuyarak onların zihinlerini, ufuklarını açmayı sağlamadınız, ancak onları 5 dakikalığına da olsa telefondan, bilgisayardan uzaklaştırmayı başardınız.

Alt zemini böyle küçük ancak etkili adımlarla oluşturmak gerekir. Kesinlikle toplum gelişmeye 1’den başlamaz. 0’dan başlar. Bu yüzden gelişim bazen haliyle yavaş olur. Gelişimi hızlandıran faktör ise insanların gelişime olan inancıdır.

Peki, insanlar gelişime ne zaman inanır?

İnsanların gelişime inanması için önce, onların çaba gösterince bir şeyler değiştiğini fark etmeleri gerekir. Eğer kendi gelişimlerini kendileri sağlamıyorsa, açıkça inançlarını kaybetmeye başlarlar. Bu yüzden halkın iradesi bence gelişimdeki en önemli şeydir.

Elbette bu lideri önemsiz yapmaz.

“Bir koyun tarafından komuta edilen aslan ordusundan korkmam; ama bir aslan tarafından komuta edilen koyun ordusundan korkarım.” -Büyük İskender

Evet bugünlük bu kadardı kısa bir yazı oldu; ancak ileriki zamanlarda (belki de çok yakında) daha uzun yazılar gelecek, şimdilik beklemede kalın, hoşçakalın.

KAYNAKLAR

https://www.ozdeyis.net/bir-koyun-tarafindan-komuta-edilen-aslan-ordusundan-korkmam-ama-bir-aslan-tarafindan-komuta-edilen-koyun-ordusundan-korkarim-buyuk-iskender/

HOW MANY PEOPLE ARE REQUIRED TO DRY THE LAKE SUPERİOR?

TIME: 3:11
Our topic today: Water.
First of all, how many people take this bus, which is on the minds of many of us? Like 2.5 dan.. style calculations each, a calculation job stuck in my mind.

The first question was, how much water did a person use in the bathroom?
Unfortunately, the answer to the question is deplorable. 10, 30, 50..? No. Full 150 Liters. That's a terrible number.

Then I thought of this. How long will we dry the world's second largest lake in this way?

Then I had to look at the volume of an olympic pool to get a reference. Exactly 2,5 km².

The volume of this lake is exactly 12,100 km².

*An Olympic pool is full of 2.5 million liters of water.
12.100/2.5=4840
4840.2 500 000: _12 100 000 000
It makes liters.
12 100 000 000/150:_81 000 000~

A person spends 1.5 years of his life in the bathroom.
A bath should take about 10 minutes, according to Indigo Magazine.

365.24.60=525.600 Minutes
525,600/10
52,560
We take a bath once in a lifetime.
81,000,000/52,560= We need to take the whole life of 1540 people as reference.
Please save our water.

SOURCES: (respectively)

https://www.diski.gov.tr/icerik/detay.aspx?Id=1262#:~:text=Bir%20du%C5%9Fta%20average%2050%20liter,49.140%20liter%20water%20%20t in toilets %C3%BCk


https://www.google.com/amp/s/www.enuygun.com/bilgi/amp/dunyanin-en-buyuk-golleri


http://tamhavuzculuk.com/yuzme-pools-15#:~:text=Olimpik%20Y%C3%BCzme%20Pool%3A%20Full%20olympic,meter%20geni%C5%9Fli%C4%9Finde%2010%20lane owns 20%.


google.com



https://eodev.com/gorev/8589760

https://www.haberler.com/fotogaleri/bir-insan-omru-long-ne-yayor/#:~:text=Yakla%C5%9F%C4%B1k%204.5%20year%20ara%C3%A7% 20s%C3%BCr%C3%BCyor.&text=Y%C4%B1lda%2038%20%203%20months%C4%B1%20intraffic%20ge%C3%A7.&text=1.5%20year%20bath%20expenditure%C4% He says.

https://indigodergisi.com/2017/09/banyo-dus-alma-suresi/

SOSYAL MEDYANIN KÜLTÜR KORUNUMUNDAKİ ROLÜ

Merhaba! Nasılsınız bakalım? Beni soracak olursanız, ben iyiyim. Umarım sizler de iyisinizdir. Direkt konuya geçiyorum.

Son zamanlarda sosyal medya mecralarında, özellikle “Instagram”da türk kültürünü veya alışkanlıklarını istismar edici nitelikte videolar görmeye başladım. Her gencin hayattan birazcık uzaklaşmak için sosyal medyaya girdiğini, bazılarının videolar paylaştığını hepimiz az çok biliyoruz. Bunların bir kısmı masum olsa da, diğer kısmı maalesef o kadar masum olmayabiliyor. Türkçe’yi zedeleyici nitelik taşıyan yabancı sözcüklerin kullanımı da bunda büyük bir paya sahip durumda. Üstelik bu yabancı kelimelerin büyük bir bölümünün Türkçesi dahi doğru düzgün bulunmuyor. Her geçen gün dilimizin önemini arttıran yabancı kelimelerin arkasında sosyal medyanın da çok büyük bir payı var.

Örnek verecek olursam, sosyal medya dilinde kullanılan “WoW, OMG, Bruh” gibi şaşıma ifadelerinin Türkçesi bulunmasına rağmen gençler, “sosyal medya dili” gereğince bu kelimelerin yabancısını kullanmakta. Veya “Neden babam beni sevmiyor? Babamı dinlemek zorunda değilim! tarzı içeriğe sahip, gençlerin sözde “başkaldırış” dedikleri olayın bir parçası olarak da yerini alıyor. Benim şahsi fikrim her gencin “modern dünya, internet dili” adı altında kendi dil, kültür veya geleneklerini zedeleyici nitelikte hareket etmemesidir. Her genç, dönemin şartlarına uyum sağlamak zorundadır. Ancak bu kültür, dil gibi milli ve dönemsel olmayan, bir milletin bağları olan şeyleri koparmaları anlamına gelmemelidir. Çünkü bu değerler Atalarımız tarafından bizlere korunması emredilen ve sonraki kuşaklara da böyle aktarmamızın zorunlu kılındığı şeylerdir.

Yine gözümüz yükseklerde,

Hayat geçiyor perde perde

Doydum artık bana müsaade

Bir yer bulalım, dünyadan uzak

Bir yol var ama her yerde tuzak


Bir yol daha var, dönmek de yasak


Deryaya yakın, dünyadan uzak


Deryaya yakın, dünyadan uzak

İnsanlığın Sonu

Güneş, ufukta yavaş yavaş uzaklaşıyordu. Arkadaki meşe ağaçları, ona eski günleri hatırlatıyordu. Eski gülücükleri, eski gözyaşlarını.. Düşünürken duygulanıyordu. Sanki çok geçmişte kalmıştı tüm anılar… Ama artık farklı bir dünyadaydı. Dünyadan uzak bir gezegende… Bir hareket ne kadar da değiştirmişti hayatını. Sadece düşünüyordu. Üzgündü. Güneş yeniden doğarken yeniden yeşerdi umutlar. Yeni gezegenlere yelken açmak için. Sadece bir gizemin içindeydi ve karanlıktan kurtuluşun tek yolu, anılarla yüzleşmekti. Güneş doğmaya devam ederken yeniden ufka baktı. “Yeni umutlar, yeni heyecanlar zamanı…” dedi kendi kendine. İçini çekti. Güneş doğduğunda, o hala ufka bakıyordu. Gözlerinin sulandığını hissetti.

İnsanlık, kendi kendinin sonunu getirmişti artık… Dünya artık yaşanılmaz bir evren olmuş ve yeni yaşamlar için göçmüştü başka bir diyara. Kendisinden başkası kalmamıştı koca evrende. Düşünceliydi, hem de çok düşünceliydi. Aslında yaşadığı tüm şeyler geride kalmıştı, bunu hazmetmesi zordu. Yıldızlara baktı, gözlerini kapattı ve hayallere daldı.

Gizem, merak, umutsuzluk, hepsi bir aradaydı. Evren mahvolmuş haldeyken kendisini bekleyen büyük bir görev vardı. Uzay gemisine atladı. Yepyeni keşiflere başladı. Bakalım yolculuğunda onu neler bekliyordu…

…Sadece, düşünceliydi…

YOL

Yaşamak bir yolculuk

Bense bir yolcuyum

Yolum uzun, görüşüm kısa.

Ben bir yolcuyum işte

Gidiyorum, bilmem ki nere

Başak tarlalarının arasında yürüyorum

Sadece düşlüyorum

Yürüdüğüm yolların iki yarı var

Arkamdan önüme esen rüzgar

Varsın veryansın etsin dağlar

İnsafa gelir belki bu yürek

WordPress.com ile böyle bir site tasarlayın
Başlayın