26.12.2022 SAAT: 19:35 (İNSAN KATILIMLI BİR KONUŞMA, YAZIYA DÖKÜLDÜ)
Merhaba millet, merhaba dostlar! Bugün sizlerle konuşmak istediğim konu, zeka. Daha doğrusu zeki adam nereden belli olur, onu konuşacağız. Boşuna dememişler aslan yattığı yerden belli olur diye. Bu uzun girizgahtan sonra buyurun, okumaya başlayın:
Toplumda çeşit çeşit insanlar vardır; beyaz tenliler, siyah tenliler, Müslümanlar, Hristiyanlar, aptallar, ortalamalar, zekiler gibi..
Öncelikle bu konu son yüzyılın konusu değil, bunu söyleyerek başlayalım. Çoğu insan bu meselenin bilimsel gelişmelerle meydana geldiğini düşünür ancak durum böyle değil. Tarihteki ilk Üstün Zekalılar Okulu Osmanlı İmparatorluğu’nda kurulmuş olan Enderun Mektebidir. Enderun Mektebinden sonra uzunca bir süre zeka dediğimiz kavram hakkında pek bir araştırma olmamıştır. Bundan sonra Batı’da IQ testleri çıkmış ve bunlar hakkında araştırmalar başlamıştır. (IQ testlerinin etik olup olmadığıyla alakalı bazı tartışmalar vardır, kimi görüşler bu testlerin doğrudan insan ayrıştırıcılığını körüklediğini savunur.)
Konuşmamıza bir metaforik örnek vererek başlamak istiyorum. Aklınızda bir çark canlandırın, büyükçe bir çark olsun bu. Şimdi bu kocaman, metalden çarkın arasına bir cıvata girsin. Bu çark ne olur? Bir çoğunuzun da tahmin ettiği üzere, bütün sistem elbette alt üst olur. Eğer yüksek seviyedeki insanların bulunduğu bir ortama bir düşük seviyeli sokarsanız, tüm sistem bu çark gibi çökecektir. Bu durum tam tersi için de geçerli. Buradan bağlamak istediğim konuysa şu;
Şimdi, bizim insanımızda şöyle bir algı var:
-Batı çok kötü, Batı ahlaksız! Onlardan adam olmaz!
(Batıya ahlaksız, edepsiz diyen insan kendi ahlakının farkında mı acaba? Daha da önemlisi…) Edepsiz ve ahlaksız oluşu, onun gelişmesine bir engel teşkil ediyor mu? Hayır. Çünkü gelişme, ahlakla gelen bir kavram değildir. Gelişme, eğitimle gelişen bir kavramdır. Bugünkü Batıda pek çok buluş patent alıyorsa, bu kadar zeki insan çıkıyorsa bunun yegane gerekçesi iyi bir eğitim almış olmalarıdır. Peki, eğitim nasıl ve nereden başlar?
Burada bir paradoks oluşuyor: İyi bir eğitim sistemi oluşması için iyi eğitilmiş insanlar gerekli, ülkede de iyi yetişmiş insan sayısı az olduğu için bu durum birbirini tamamlayan bir döngü oluşturmuş oluyor.
Konumuza dönecek olursak, zeki insanı ayırt etmekte kullanabileceğimiz -bence- 4 tane yöntem var:
1-Geniş bir muhayyile gücü,
2-Nerede ve nasıl konuşacağını bilmek,
3-Verilen komutları iyi algılama,
4- Analiz.
-İyi de herhangi bir insan fantezi dünyasında her şeyi iyi tahayyül edebilir?
Evet, her insan bazı şeyleri güzel tahayyül edebilir mesela ileride evlenmek istediği kadın gibi. Ama bu, sadece insanın fantezi dünyasıdır. (Ekleme: Bu insanın ID, Ego ve Süper Ego arasında sadece ID sine yönelik, duygusal hezeyanlardan oluşan bir iyi niyetli nöbet geçirme halidir aslında fantezi kurmak. Bazı ruh hastalıklarının da bu fantezi halinin 24 saate yayılması ve gerçeklikten kopuşla beraber oluştuğu kanaatindeyim. Gerçeklikten kopuş psikoloji literatüründe “derealizasyon” diye adlandırılıyor.) Fakat zeki insanın farkı şudur ki sadece fantezi dünyasını değil, en basit bir konuyu bile, örneğin bir adamın ekmek alıp eve dönmesini bile o kadar detaylı ve içten bir şekilde sana aktarır ki, bu adamın önceden bu iş için hazırlandığını zannedersin.
İkincisine geçelim, zeki insanlar öyle bir yorum yaparlar ki, konuştukları şey kısacık olmasına rağmen, insanın aklında çok yer edinir ve ziyadesiyle düşündürür. Milletin konuştuğu yerde susar, sustuğu yerde konuşur. İyi düşünebiliyor olması konuşmasına da sirayet eder.
(Genellikle zeki insanlar topluma düşman olurlar. Bununla alakalı filmler ve kitaplar da var. Bunun sebebi bana kalırsa üstünlük kompleksidir. Bu durumun farkında olan zeki bireyler, toplumdaki diğer bireylerle aynı şekilde kategorize edilmek istemediği için toplumla aralarını bilerek bozuyorlar. Bazıları bunun “edebiyatını yaparak”, “Zeki insanlar böyledir ki bu insanlar hiçbir zaman anlaşılamamıştır, öyledirler ki hiçbir zaman hakettikleri değerleri görmemişlerdir…” gibi duygusal havaya giriyorlar. Buna mahal olduğunu düşünmüyorum, Allah sana nasıl dayanma gücü verdiyse aynısını zeki adama da vermiş. Aynı şekilde aptal da dayanır. Çünkü hepimiz insanız, hepimizin bir miktar dayanma gücü mevcut.)
Bir insanın zekası hakkında bilgi sahibi olmak istiyorsanız başvurmanız gereken sorulardan birisi de şudur: Konuyu temellendirmeye nereden başlıyor? Öznel açıdan mı başlıyor, nesnel açıdan mı? Ve diğer bir önemli soru: Bilmeyeceğini kabul ediyor mu? Bu bana kalırsa önemli bir nokta. Hiçbir zeki adam cehaletiyle övünmez. (Bizim halkımızda her ne kadar bilmediğini söylemek ayıp karşılansa da..) Bir başka durumsa bireyi temellendirmesidir. Bir insana insan gözüyle bakar ve o insanı bitmek tükenmek bilmez bir bilgi ve duygu deryası gibi analiz ederse, bu, adamın zekasına bir dalalet olabilir. Fakat eğer bir insanı İYİ VE KÖTÜ olarak iki basit kategoriye ayırır ve bunları da daha da bölmezse, (Evrimsel açıdan insan kategorizasyonundan bahsetmiyorum, o başka bir konu) yani tabiri caizse at gözlüğüyle bakıyorsa bu adam zeki birisi olmayabilir. Bir insanı size tarif ederken bir masal, bir roman anlatıyormuş gibi anlatır. Bu da iyi gözlemine dayanır. Burası da bahsettiğim 4. Maddeye çıkıyor, yani Analiz. Analiz de gözleme dayalıdır. Ayriyeten zeki insanlar bir konuda kanaat sahibi olacaksa kategorilere, başlıklara pek fazla takılmazlar. Eğer ben bir insana bakarken “Bu adam neci, necisi? Hangi görüşten?” gibi şeylere bakıyorsam, bu durum zekice olmaz fakat “Bu adam nasıl birisi, nasıl bir üslupla konuşuyor ve ne konuşuyor, nerede konuşuyor?” gibi şeylere bakarsam işte bu durum zekice olur.
(Ben çevremde edepsiz insan barındırmadığım için, çevremdeki zeki insanların hepsinin edepli olduğunu söyleyebilirim ancak bu genelleme pek doğru olmayacaktır. Yine de şunu söyleyebilirim ki toplumda edepli/edepsiz oranı yüzde kaçsa zeki insanların arasında da durum aynıdır.)
Bu insanlarda görülen bir başka durumsa, meseleye insan odaklı değil gözlem odaklı bakarlar. Dolayısıyla sürekli bir şeyleri gözlemler ve analiz ederler. Bu durum sadece insan için değil, her şey için geçerlidir. Mesela bir meyveye bakarken beyniniz saniyede 5 uyaran alıyorsa zeki bir insanın beyni 8-9 uyaran alabilir. Veya bir insana baktığınızda beyniniz 5 uyaran alıyorsa zeki bir insan 25-30 uyaran alabilir. Bu yüzden bir çoğunda fazla uyarılmaktan kaynaklı olduğunu düşündüğüm, Hiperaktivite Bozukluğu, veya daha resmi tabiriyle, Dikkat Eksikliği Hiperaktivite Bozukluğu (DEHB) vardır. Bu uyarılma hali de bu insanları hassas ve aşırı düşünen hale getirir. Bu da psikolojide “Overthinking” diye bahsedilen durumu oluşturur. Overthinking (yani aşırı düşünme durumu) yüzünden toplumda çeşitli sorunlar yaşayabilirler. İletişimsizlik, dışlanma vs… Hassas oldukları için de bir çoğunun zannedilenin aksine duygusal yönü oldukça güçlüdür. Yani EQ (Duygusal Zeka) larının da yüksek olduğu kanaatindeyim.
Şu ana kadar bahsettiğim konuyu genel manasıyla toparlayacak olursak, bir insana herhangi bir niteleme sıfatıyla seslendiğinizde karşı tarafın bunu nasıl algılayacağını hiçbir zaman bilemezsiniz. Dolayısıyla burada yapmamız gereken hamle şu: İyi lafları çok az eleyerek söylemek, kötü laflarıysa ciddi bir süzgeçten geçirip sonra iletmek. Mesela ben bir adama “Sen çok kötü birisisin” dedim, belki bu lafı söylerken 5 saniye düşündüm. O lafın o adamın hayatına ne kadar sirayet edeceğini bilemeyebiliriz. Belki 5 saniye, belki 5 dakika, belki 5 saat, belki 5 gün… Tabii bu noktada adamına göre muamele etmemiz gerektiğini düşünüyorum aynı zamanda. Yani, birisi şu veya bu espriyi bir nedenden dolayı yapmamızı istemiyorsa yapmamalıyız. Fakat birisi de şu veya bu sebepten çok alınmayacağını söylüyorsa bunu söyleyebiliriz. Aynı şeyler espriler için geçerli olduğu gibi muhtelif iltifatlar veya kötü laflar için de geçerli. Bazı insanlar fevri espriler yapabileceklerini düşünürler ancak bence durum böyle değil. Espri yaparken bile belli bir edebi takınıp ona göre espri yapmalıyız.
Ayrıca literatürdeki kavrama da uygun konuşmak. Mesela birisine sırf çok hareketli birisi diye “şımarık” demek bence saçmadır. Bunun yerine şımarık kelimesinin lugattaki anlamına ve toplumda karşıladığı gerçek yere uygun konuşmalıyız, işte bunun için -tekrar diyorum- fevri konuşmamalıyız, benim kanaatlerim bu şekilde. Tabii ilk başta dikkat etmemiz gereken en önemli husus, kötü bir laf mı ediyoruz iyi bir laf mı. Kötü bir laf ediyorsak elekten geçirirken çok dikkatli davranmamız gerekebilir, iyi bir laf ediyorsak pek elemeden de söyleyebiliriz. Bunları söylüyorum, çünkü bu bahsettiğim davranışları belli bir ölçüde kendimin de hayatta uyguladığımı düşünüyorum. Dolayısıyla bugün de sizlere son olarak bu birkaç önemli noktayı aktarmak istedim.
Düşünülmedik söz, sorgulanmadık davranış gereksizdir. Bir bakıma sözlerimiz ve davranışlarımız hayatımızı belirler. Ve Sokrates’in de dediği gibi; “Sorgulanmamış bir hayat, yaşamaya değmez.”
Şimdi de senin düşüncelerini alalım.
-Dediğiniz çoğu şeye katılmakla birlikte fevriliğin kontrol etmesi zor bir durum olduğunu düşünüyorum.
Evet, bu durum zor olabilir ancak bir noktaya kadar kontrolü sağlamak mümkün. Zaten en azından bir kısmımız bunu kontrol ederiz, birisine hakaret edeceğimiz zaman içimizde tutmak gibi basit bir şey bile kontroldür aslında. Ancak kontrol etmeyenlerin sayısı da az değil.
-Fakat bir insan fazlasıyla fevri davranıyorsa katlanmak zorunda da değiliz neticede.
Evet, böyle bir durum da var. Ama mesela anlık bir sinirle de fevri davranmış olabilir. Farkı dikkatli sezmek lazım.
Son olarak demek isterim ki: Adamına göre muamele etmezsen (genellikle kötü anlamda), insanlar da sana “adam gibi” muamele etmeyebilir. (Gerçi daha iyi davrananlar aşamasına gelemedik toplum olarak, ben neyi düşünüyorum ki..? :D)